-
1 свет
ışık* * *I м, врзışık (-ğı)лу́нный свет — ay ışığı, mehtap (-bı)
свет зари́ — şafağın aydınlığı
при све́те свечи́ — mum ışığında
свет пога́с — ışık / elektrik söndü
вы́йти из темноты́ на свет — karanlıktan aydınlığa çıkmak
прое́хать на кра́сный свет — kırmızı yanarken geçmek
••ни свет ни заря́, чуть свет — sabahın köründe
пролива́ть свет на что-л. — bir şeye ışık tutmak
II мв све́те чего-л. — bir şeyin ışığı altında
1) ( мир) dünyaсо всех концо́в све́та — dünyanın dört bir yanından, dünyanın dört bucağından
2) ( общество) sosyeteвы́сший свет — yüksek sosyete
••появи́ться на свет — dünyaya gelmek
ему́ бе́лый свет не мил — dünyayı karanlık görüyor
тот свет — öbür dünya, ahret
вы́ходец с того́ све́та — mezar kaçkını
э́то всему́ све́ту изве́стно — bunu cümle âlem bilir
вы́йти в свет — çıkmak
вы́пустить в свет — çıkarmak
ни за что на све́те! — dünyada!
-
2 светить
несов.; сов. - посвети́ть1) тк. несов. ışık vermekту́скло свети́ла одна́ ла́мпочка — donuk donuk bir lamba yanıyordu
2) ışık tutmakон свети́л нам фонарём — bize fener tutuyordu
посвети́ нам — bize ışık tut
-
3 освещать
несов.; сов. - освети́ть; тж. перен.освеща́ть путь / доро́гу кому-л. — birine ışık tutmak
все дома́ бы́ли освещены́ — evlerin hepsi ışıklıydı
освеща́ть положе́ние — durumu aydınlatmak
нау́ка освещает путь пра́ктике — bilim uygulamanın ışık tutucusudur
-
4 просвещать
несов.; сов. - просвети́тьaydınlatmak, ışığa kavuşturmak, ışık göstermek / tutmak
См. также в других словарях:
ışık tutmak — 1) bir yeri ışıkla aydınlatmak Biraz evvel bize ışık tutan sakallı adam bu hareketime dikkat etmişti. R. N. Güntekin 2) düşüncesiyle kılavuzluk etmek, konuyu aydınlatıcı düşünceler söylemek, tutacağı yolu göstermek Gökalp, bu odada her gün yeni… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ışık — is., ğı 1) Cisimleri görmeyi, renkleri ayırt etmeyi sağlayan fiziksel enerji, erke, ziya, nur, şavk Okuyabilmek için kapıdaki ışık yeterli değildi. H. E. Adıvar 2) Bir yeri aydınlatmaya yarayan araç Buraya bir ışık getirin. 3) Elektrik On ikide… … Çağatay Osmanlı Sözlük
diyafram — is., anat., Fr. diaphragme 1) Göğüs ve karın boşluklarını birbirinden ayıran ince ve geniş kas 2) fiz. Bir ışık demetinde uçtaki ışıkları tutmak ve optik cihazlarda daha net bir görüntü elde etmek için çapı ayarlanabilir ışık geçirmez levha … Çağatay Osmanlı Sözlük
ateş — is., Far. āteş 1) Yanıcı cisimlerin tutuşmasıyla beliren ısı ve ışık, od, nâr Uygarlık ateşten doğmuştur. 2) Tutuşmuş olan cisim 3) Isıtmak, pişirmek için kullanılan yer veya araç Yemeği ateşten indirdim. 4) Patlayıcı silahların atılması Top… … Çağatay Osmanlı Sözlük
çanak — is., ğı 1) Toprak, metal vb. bir maddeden yapılmış yayvan, çukurca kap Oradaki sigara çanağından bir Gelincik alıp yaktıktan sonra anlattı. B. Felek 2) Göz çukuru Kanlı çanaklarından fırlayan iri parlak gözleri, pek korkunç bakıyordu. Ö.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
gelmek — den, e, nsz, ir 1) Bir yere gitmek, ulaşmak, varmak Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı. B. S. Erdoğan 2) Geriye dönmek ... adamı Ödemiş ten aldım geldim, her masrafını çektim. N. Cumalı 3) Oturmaya, ziyarete gitmek Dün akşam amcamlar bize geldi.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kararmak — nsz 1) Rengi karaya dönmek, siyahlaşmak 2) Işık sönmek, kısılmak veya gücü azalmak Hava iyice kararmış, caddenin bütün elektrikleri yanmıştı. P. Safa 3) Ateş sönmeye yüz tutmak 4) mec. Kederlenmek, canı sıkılmak 5) mec. Niteliğini yitirmek Eşsiz… … Çağatay Osmanlı Sözlük